İLÇEMİZ (KAZA) BÜNYAN (HAMİDİYE) (1950-1970) / Osman ÖZKAN yazdı


 İLÇEMİZ (KAZA) BÜNYAN (HAMİDİYE) (1950-1970)

Bünyan köyümüzün kuzeyindedir. Köyün Gedik mevkisinden gidilir Büyan’a (anayol dışında)Salı günleri eşekle, atla SALI PAZARINA. Ortalama birbuçuk saat sürer köyden Bünyan’a varmak. Göğ kayayı çıkınca; Musal’in tarlayla başlayan düzlükten devamla, Ağcala  giden yola değil ,Ağ yokuşa giden yoldan devam eder, Dört kardeşlerden (4 adet hizalı aynı aralıkta büyümüş alıç ya da taş armut-ahlat-ağacı şimdi duruyor mu ?) deh ,çüş sohbetle yolun yarısına yani, YARIDERESİ ne varılır.Pınarbaşına varmadan…Biraz sonra kapaklığa varılır. Kapaklıkta, Beyaz  yassı kayrak taşlar var. Çömlek , üzlük, göveç ,tencere gibi toprak kapların ağzına kapak olarak kullanılırdı… Ve cıvıl cıvıl kuş sesleri, iğde,söğüt,kavak,ağaçlarının süslediği, renk kattığı, gürül gürül berrak suyun akıp gittiği PINARBAŞI.Suyu, geçmekte kullanılan kalın ağaçlardan ve tahtalardan inşa edilmiş köprü. Geçerken köprüden başını eğip baktığınızda; öyle bir akardı ki su köprünün altından…İçindeki yosunlar taranmış gelin saçının yürürken omuzlarından sağa sola sallandığı gibi;suyun akış yönüne doğru efil efil sallanır ,eğilir, doğrulur güneşin ışığıyla buluşarak, küçük tatlı su balıklarıyla sarılarak öpüşür… Balıklar ,bazen ok gibi fırlar, bazen de gelin gibi süzülür”berrak mı berrak Pınarbaşı suyunda…20-25 saniyelik eşekle geçiş süresice, o görüntüyü izlemek benim için bir tutkuydu. Pınarbaşına; değirmene veya koyun yıkamaya gittiğimizde, dakilarca izlerdim o görüntüyü… Az ileride un değirmeni ve yolun iki tarafında kayısı, erik, elma bahçeleriyle doluydu. Oralardan geçerken bir şiirin “meyve yüklü dallardan başımı eğip geçtim” (Ö.B.Uşaklıgil)dizelerini anımsardım. Kayısı, elma ve diğer ürünleri ,yoğurt, bulgur ve mercimek gibi ürünlerle takas ederek alırdık… Sağda kalan mezarlıktan geçerken, üç gülhu, bir elham okunarak geçilir, yol ayrımında tek katlı bahçe arasında bizim köyden “çömezin Ayşe ile evli Hamdi amcanın evi.(Köyden gelirken korunmak amaçlı alınan silahlar oraya emanet edilir, dönüşte alınır) sağa doğru sokak aralarından ,siyah çingi taş parkelerin kapladığı dik inişli yollardan nallı at ve eşekler kaymadan, ürkerek inmeye çalışırlar …Ya da bana öyle gelirdi. Önce sağa, sonra sola doğru devam ederdi yol…

Evler köyün evlerine göre daha gösterişli, bakımlı, cepheleri sıvalı, bazı evlerin balkonları ve cumbaları vardı. Elektrik ve musluklu çeşmeler bizde hayranlık uyandırırdı. Günün vaktini, saatın kaç olduğunu “Pavlikanın borusuyla”söylerlerdi:öğlen oldu ,ikindi vakti geldi diye… Tam  da fabrikanın üstünden başlayıp çarşıya uzanan ve devam eden yokuştan aşağı inerken öterdi boru…(Sümerbank battaiye dokuma fabrikasının, siren borusu, saat 12 de çalardı. Sümer fabrikası:1914-1916, 1916-1919 da Kayseri Belediye Başkanlığı, 1921 Yılında Adalet Bakanlığı da yapan Ahmet Rıfat Çalıka ve arkadaşları tarafından kurulmuş-AHMET RIFAT ÇALIKANIN ANILARI ,Yazan Hurşit Çalıka-.Daha sonra Sümerbank işletmelerine katılmış yakın zamana kadar Türkiyenin en kaliteki battaniye ve askeri kumaşını üretin bir fabrikaydı. Bünyan için çok önemli bir ekonomik kaynaktı.Tahminim 1000 kişiye yakın işçi calışıyordu. Ciddi bir geçim kaynağı olduğu gibi ,esnafa da  küçümsenmeyen girdi sağlıyordu. Sözüm ona ÖZELLEŞTİRME ADINA ;HARAÇ, MEZAT YOK PAHASINA  PEŞKEŞ ÇEKİLDİ, DİĞERLERİ GİBİ… bir çok insanda işinden oldu. Yazık…)Fabrikayı geçince sağ tarafta HAN vardı. Atlar ,eşekler o hana bağlanırdı.Ünlü bir nalbant vardı: Kısa boylu ,kısa bacaklı ayakları ortobetik olarak bozuk, ayaklarını iç içe basarak yürür, vücudunun üst kısmı halterci gibi güçlü, at ve eşegin yanına giderken  peşrev çeken pehlivan gibiydi. Huysuzluk mu yaptı hayvan, burnuna takardı ahşaptan yapılmış işkence maşasını.(orijinal adını bilen yazsın) işini iyi yapan bir nalbanttı. Hanın önüne, köyden satmak için getirilen, yoğurt,süt heybeleri dizilir müşteri gelir alan giderdi. Satmak uzun sürmezdi. Sıralı dükkanlar,lastik kokulu ayakkabıcılar, manifaturacılar ,bakkallar devamında O ünlü NAMIK KEMAL İLKOKULU (Yazık ettiler yıktılar, ilçenin hafızasını kaybettiler.) Okuldan sonra, Hacı Teyfiğin Sineması, Yanındaki kahvede satılan GRANARDI Gazozları (gazozu öyle bir açardı ki garson, sanırım testereye benzeyen bir metalle şöyle yukarı doğru çarpınca kapağı; balon patlar gibi ses çıkarır ,şişenin ağzından taşan köpüklere bir an önce ağzımızı dayamak için can atardık. Bir COCA COLA geldi; ne Granardı Gazozu kaldı! Ne de yoğurttan yapılan köpüklü ayranımız…

Fabrikadan (Pavlike)aşağı doğru inerken yolun  solunda  FIRIN (ne güzel kokardı ekmekleri .”Ne yedin”,fırın ekmeği, Ya da Hamidiye Ekmeği, diye övünürdük.) Fırına yakın yerde “Arzu halci” Durdu Efendi’nin yazıhanesi.(Çakır gözleriyle bakar  genizden konuşarak başlardı sorularına. Biraz da akraba imiş) Aşağıda Manifaturacılar (şimdi hükümetin bahçe duvarının olduğu yerde. Burada da Hacı Abdullah Uslu vardı. Bizim köyün Mektup adrescisiydi. Gurbetten mektup yazanlar şu adresi yazarlardı. Bay Osman ÖZKAN, Manifaturacı Hacı Abdullah Uslu eliyle Süksün Köyü Bünyan /Kayseri. Para gönderenlerde aynı adrese gönderirdi…) Dükkanların yanında WC (tuvalet) oraya girip ihtiyacımızı karşılamak öyle hoşumuza giderdi ki, kısa aralıklarla 2-3 kez giderdik…Sıralı küçük iş yerleri ve küçük  1-2 oteli anımsıyorum…İşler bitince handan  eşekler ve atlar çıkarılır.Gelinen yoldan, o günle ilgili sohbetler koyulaşarak geri dönüşe geçilirdi.

En bilinen yerlerinden biri Köprübaşı :KAYSERİ-MALATYA YOLU geçer ,otobüsler yolcusunu alır, sınırlı da olsa alış- veriş yapılırdı. Bu yolda ilçede bir hareketlilik sağlıyordu… Toplanma yeridir. Özellikle de köyden gelenlerin dönüş merkeziydi.(kamyon ve otobüslerin çalışmaya başladığı yıllar) Kabaoğlu’nun binasında köylümüz Sait Kayasandık’ın Dükkanı Köyümüzün yeni adresi oldu. ”Köprübaşı Sait Kayasandık eliyle “diye başlardı mektup ve para adresleri. Sait ağabey köyün ve köylülerin her türlü işini üşenmeden ,emeğini esirgemeden yapar, hiçbir isteği geri çevirmezdi…Bir Elektrik fabrikası (pavlikede) var. Türkiyenin ilk hidroelektrik santralidir. (Meraklısı araştırsın).Kayabaşı ve kayaaltı da, piknik ve toplu oturma alanlarıydı. Kaya evler ve yaşam alanı olarak kullanılan oyulmuş yerler daha önce yaşayan yerli halklar(Ermeni ve Rum) tarafından yapıldığı söylenirdi. Ancak yeterli ilgi görmediğinden bakımsız kalmış, pırıl pırıl akan pınarbaşı  suyu ve yeşil alanlar da eski güzelliğini yitirmiş… Bünyan deyince unutamadığım iki kişi var ki düğünlerin “müdavimi”,onların olmadığı düğünlerinde tadı olmazdı. Davulcu “Tek Bıyığın Sülman” Zurnacı “Kör Mustafa”…(tanıyanlar daha ayrıntılı anlatabilir.)

İşte ilçemiz Bünyan’a (HAMİDİYE) biz köy çocukları yılda 1-2 kez giderdik. Bu fırsatı da yediğimiz “fırın ekmeği” içtiğimiz gazozla değerlendirirdik .Eh bu da bize yeterdi. Bazen de bahçelerden arakladığımız meyveleri karden sayardık…Bünyan’lı yaştaşlarımız bizden farklıydı. Kısa kollu gömlekler, naylondan ve keten ayakkabılar, askılı pantolonlar, siperliğinin üzerinde sarı metalden ay yıldız takılı polis şapkasına benzeyen şapkalarıyla bizden farklıydılar. Çocukluğumu  bir yerlere saklayıp, aramaya, görmeye gidince böyle bir Bünyan vardı.

Daha sonra yavaş yavaş, 3-4 kişilik gruplarla gitmeye başladık…Sinemaya bile gider olduk. Bazen geç kalıp dönemediğimiz de olurdu.Yakınlığını duyduğunuz kime gitseniz sizi kabul eder, para vercekse verir, açsanız doyurur gereken insani davranışı gösterirdı. Bu gün bu DEĞERLERİ NE KADAR KORUYORUZ… ? 21.11.2021

Osman ÖZKAN         SEFERİHİSAR

Kaynak: Yeni Süksün Haber

Yorumlar